Prof. Dr. Zakir Avşar, CHP’nin yeni parti programının demokratik söylemlerin ardında Türkiye’nin devlet yapısını ve milli güvenliğini riske atabilecek radikal dönüşüm önerileri içerdiğini savundu.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 39. Kurultay’da oybirliğiyle kabul edilen yeni parti programını demokrasi, şeffaflık ve yerinden yönetim ilkeleri üzerine inşa edildiği mesajıyla kamuoyuna sundu.
Ancak Prof. Dr. Zakir Avşar, bu programın yüzeysel olarak evrensel değerlere odaklandığını, ancak metin incelendiğinde Türkiye’nin üniter devlet yapısı, merkezi yönetim kapasitesi ve milli güvenlik mimarisi üzerinde derin etkiler yaratabilecek köklü bir siyasal mühendislik projesi barındırdığını değerlendirdi.
Prof. Dr. Avşar, programda yolsuzlukla mücadele, hesap verebilirlik ve liyakat gibi kavramların yoğun bir şekilde tekrarlandığını belirtti.
Ancak Avşar, mevcut siyasi süreçlere atıfta bulunarak, bu söylemlerin politika tasarımının içini somut araçlar ve teknik mekanizmalarla dolduramadığını ifade etti. Bağımsız denetim kurumlarının yapısı, merkezi idare ile ilişkileri ve siyasi manipülasyonu önleme araçlarının programda tanımlanmadığını vurguladı.
Söylem ile mevcut pratik arasında büyük bir fark olduğunu öne süren Avşar, programın etik ve hukuki iddialarının mevcut uygulamalarla çeliştiğini dile getirdi.
Programın temel eksenlerinden biri olan yerelleşme ve yerinden yönetim yaklaşımının sıradan bir idari reform değil, devlet yapısını kökten değiştirmeyi hedeflediği belirtildi. Avşar, programın, Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu milli güvenlik kaygılarıyla dayanan çekincelerin kaldırılmasını resmi hedef olarak ilan ettiğini aktardı.
Bu çekincelerin kaldırılmasının fiilen yerel özerklik ve uzun vadede eylemsel federalizm anlamına gelebileceği değerlendirmesi yapıldı. Programda öngörülen belediyelerin yetki genişletilmesi, merkezi denetimin bağımsızlaştırılması ve yerel yöneticilerin görevden alınmasının zorlaştırılması gibi maddelerin merkezi devlet yapısını dağıtacak nitelikte olduğu kaydedildi.
Terör tehditlerinin aktif olduğu bir coğrafyada bu yaklaşımın demokratikleşme yerine güvenlik zafiyeti yaratabileceği eleştirisi getirildi. Görevden alma mekanizmasının işlevsizleştirilmesinin, devletin hesap sorma ve denetim reflekslerini felç edeceği ifade edildi.
Prof. Dr. Avşar, programın savunma ve TSK ile ilgili yaklaşımlarının da ciddi riskler taşıdığını vurguladı. CHP’nin, kuvvet komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığı ile ilişkisinin kesilerek yeniden Genelkurmay Başkanlığı’na bağlanmasını savunduğunu aktardı.
Bu düzenlemenin, 15 Temmuz sonrası atılan sivil-asker ilişkilerini düzenleyen adımları geriye çevireceği ve askerî bürokrasinin sivil siyaset üzerinde yeniden vesayet odağı hâline gelme riskini doğurabileceği belirtildi. Bu durumun devlet krizlerinde otoriterleşme yerine kaos ve çift başlılık üretebileceği öngörülüyor.
Programın laiklik bölümünde, ilkenin din ve inanç özgürlüğünü koruyan demokratik bir ilke yerine, devletin toplumsal hayat üzerindeki müdahaleci konumunu yeniden kuracak şekilde yorumlandığı iddia edildi. Eğitim politikalarında dini hassasiyetlerin yok sayılması ve imam hatip okullarının hedef alınmasının yasakçılık mirasına dönüş olduğu ifade edildi.
Ayrıca, toplumsal cinsiyet ve aile politikaları eleştirildi; programın LGBT+ kavramlarını politika hedefi yaparken aile kurumunun korunmasına yeterince vurgu yapmaması, aileyi aşındırma potansiyeli taşıdığı şeklinde yorumlandı.
Ekonomik politika önerilerinin ise soyut sloganlardan ibaret olduğu, mali gerçeklikten uzak olduğu ve uygulanabilirlikten yoksun olduğu değerlendirildi. Yerel yönetimlerin mali özerkliğinin artırılması ve vergi toplama yetkisinin belediyelere devredilmesinin ulusal kalkınma planlamasını imkansız kılacağı ve yerel yönetimler arasında ekonomik eşitsizliği derinleştireceği savunuldu.
Sonuç olarak, CHP’nin 39. Kurultay Programı’nın, devletin üniter yapısını aşındırmayı, yerel yönetimi federal yapıya dönüştürmeyi ve milli güvenliği tehlikeye atmayı amaçlayan ideolojik güdümlü bir strateji sunduğu görüşü ifade edildi. Bu yaklaşımın, Türkiye’nin kurumsal sürekliliğini ve toplumsal dayanıklılığını zayıflatma riski taşıdığı belirtildi.